Site Rengi

DOLAR 32,3724
EURO 34,9981
ALTIN 2.325,89
BIST 9.095,89
Ayvalık Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Balıkesir 28°C
Az Bulutlu
Balıkesir
28°C
Az Bulutlu
Cts 28°C
Paz 28°C
Pts 28°C
Sal 21°C
Reklam
Reklam

YAŞAR KEMAL’İN YAZININDA DEHA VAR!

28.02.2021
688
A+
A-
ANADOLU’NUN HOMEROS’unu anlattım naçizane…
“Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun.
İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın.
Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin.
İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.
Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir.
Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır.
Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.”
“Yaşar Kemal’in çevresinde esen, sanki kişiliğinin ve bedeninin ayrılmaz
parçası olan, gittiği her yere, girdiği her mekâna, sanki onunla doğmuş gibi
farkında olmadan taşıdığı bir rüzgâr vardı. İster yabancı ister bizden, ister
köylü ister kentli, ister kadın ister erkek, herkesi etkisi altına alan bir rüzgârdı bu. Unutulmaz roman kahramanlarından Yel Veli gibi sürekli koşarak
ölümden kaçmak istediği için oluşmuyordu bu rüzgâr. Koca gövdesiyle onu da,
yanındakileri de bazen lodos gibi sersemletiyor, bazen garbi yeli gibi
ferahlatıyor, bazen şiddetlenip çevresinde ne varsa önüne katıp sürüklüyordu.”
Zülfü Livaneli
Zor bir çocukluktan gelir Yaşar Kemal. Üç yaşında bir gözünü, beş yaşında gözünün önünde babasını kaybeder. Kimsesiz kalmadıysa da hayatı pek çoklarınınkinden meşakkatli geçer. Okula devam edemez, çalışmak, işten işe koşturmak zorunda kalır. Amelelik, ırgatlık yapar. ‘Çocuklar İnsandır’ kitabının son kahramanı Muhterem Yoğuntaş gibi, her şeye rağmen var olur. Olmaması için tüm bahaneler hazırken dev bir yazar olur; tıpkı kayanın üstündeki ince çatlağın içinden büyüyen ulu bir ağaç gibi.Hep özgürlüğe kanat çırpar. Ve sonunda Anadolu’nun Homeros’u olur.
Edebiyat, toplumu değiştirme kaygısından çok toplumun kendiliğinden değişimini idrak edip, kimsenin göremediği yönlerini ele almaktan geçiyor biraz da. Yaşar Kemal için her ne kadar “toplumcu” deseler de bence o “topluma dönük yeni bir edebiyat”ın zuhur etmesidir, biçemlenmesidir.
Yaşar Kemal öyle bir yazardı ki mezopotamyanın bütün dillerini, inançlarını, dinlerini, halklarını, bütün derelerini, topraklarını, çiçeklerini, böceklerini, kuşlarını yüreğinde topladı. Kalemi, adaleti, özgürlüğü, barışı, demokrasiyi yazdı. Eğitim görmemesine rağmen verdiği eserlerle Türk Edebiyatına imzasını attı ve birçok ödüle layık görüldü. Köy hayatını ve sosyal konulara eserlerinde çok yer verdi. Yɑşɑr Kemal’in dünyɑdɑ ilk kez yɑyımlɑnɑn eseri “Bebek”, önce Frɑnsızcɑyɑ, sonrɑ İngilizceye, İtɑlyɑncɑyɑ, Rusçɑyɑ, Romenceye ve diğer dillere çevrildi. Düşüncesi ve yazını onun bir deha olduğunu bize hiç unutturmadı.
Yaşar Kemal’in romana bakışı yaşadığı toprakların insanını anlatarak evrenselliği yakalamaktı. Öyle de oldu. Sözlü edebiyat geleneğinden yararlandı. Onun anlatıcısı kimin zaman bir halk hikayecisi idi, kimi zaman modern bir anlatıcıydı şüphesiz.
Bugüne kadar Yaşar Kemal üzerine yapılan araştırmalar onun hangi noktalarda gelenekten izler taşıdığını ve hangi noktalarda gelenekten koptuğunu belirlemede yetersiz kalmışlardır. Oysa halkbilimci İlhan Başgöz’ün belirttiği gibi, “Yaşar Kemal’in eserlerini incelerken, çok defa yapıldığı gibi,onun halk edebiyatından etkilendiğini söylemek kısır bir yaklaşımdır. Bize yeni bir şey öğretmez.”
O, epopeyi yadsıyan bir çağdaş romancıdır. Büyülü bir dili vardır.
Sözlü geleneğin ürünü olan destanlar ise, tanımları gereği çok sahipli ve değiştirilebilir anlatılardır. Bazı yazarların bu metne halk hikâyesi olarak yaklaşmaları, bu temel farkı belirtmeyi gerekli kılmıştır. Öte yandan, Yaşar Kemal, oluşturduğu anlatıcıyla, bu farkı yokmuş gibi göstermek için elinden geleni yapar. Metnin giriş paragrafı, “Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler, okuyanlar” sözleriyle başlar Ancak, bu söyleme kapılıp, metnin anlatıcısının yalnızca bir destan anlatıcısı olarak kurgulandığını düşünmek doğru olmaz. Giriş bölümünde geçen “okuyanlar” sözcüğü, anlatıcının aynı zamanda bir destan yazıcısı olduğunu düşündürür. Modern bir bakış açısıyla baktığımızda, anlatıcı ile yazarı ayrı düşünmemiz, dolayısıyla, okura/dinleyiciye seslenen sesin yazara değil anlatıcıya ait olduğunu söylememiz gerekir. Ancak bu metin için modern bakış açısı tek başına işlevsel olmayacaktır.
Çünkü destan yazıcısı diye bir kavramdan söz edemeyiz. “Okuyanlar” diyerek okura yönelen ses, yazar Yaşar Kemal’e, dinleyenler diyerek dinleyiciye yönelen ses ise destan anlatıcısına aittir. Yazar, girişteki bu sözlerle, kendi yazınsal söylemiyle, destan anlatıcısının sözel anlatımını birleştireceğinin ilk işaretini verir gibidir. Başka bir deyişle, anlatmak ve yazmak edimleri birleşecektir. (1)
Pertev Naili Boratav da Yaşar Kemal’in Azerbaycan rivayetinden esinlendiğini söyler. Başgöz ise “Köroğlu’na kaynaklık eden hikâyeyi ise Yaşar Kemal’e ben vermiştim. 1943’te Pertev Hoca ile yaptığımız Doğu Anadolu gezisinde derlediğim bir hikâyedir. Aklımda yanlış kalmamışsa Âşık Dursun Cevlâni’den yazılmıştır” demiştir.
Yaşar Kemal, Alpay Kabacalı’nın yaptığı söyleşide, “Ben çocukluğumda ve gençliğimde yalnız Çukurova bölgesinde onlarca Köroğlu anlatıcısına rastladım. Bu Köroğlu destanlarını her usta kendince anlatıyordu (…) Ben edebiyata bu destan anlatıcılarına öykünerek başladım” diyerek sözlü gelenekten gelen anlatım şeklini, yazının olanaklarıyla donatmış, sözü ustalıkla yazıya dönüştürmüştür.
Yaşar Kemal’in destan geleneğinden etkilendiği ve yararlandığı, pek çok yazar tarafından dile getirilmiştir. Oysa bu belirleme, bize bir şey öğretmediği
gibi, aynı zamanda yanlıştır. Çünkü Yaşar Kemal’in destan geleneğinden yararlandığını söylemek, yazılı kültürün içinden varılan bir yargıdır; yazılı kültürün her zaman, her yerde hâkim kültür olduğunu varsayan bir yargıdır. Oysa Yaşar Kemal, sözlü kültürün içine doğmuş, öncelikle romancılara değil, destan anlatıcılarına öykünerek edebiyata başlamış ve “sonsuz sade” yazmayı amaç edinmiştir. En önemlisi, kendisinin de belirttiği gibi, “gerçeği Köroğlu’na dayanarak” algılamaktadır.
Yaşar Kemal’i yaşamının sonuna kadar üzdüler, baskıcı koşullar altında yaşamak zorunda bıraktılar. Ama onun “Anadolu’nun Homeros’u” olmasını engelleyemediler. Destan denince akla Anadolu gelir. Homeros’tan bu yana çok ozan söyledi bu toprağın hikâyelerini. En güzel söyleyenlerden biri de Yaşar Kemal oldu; bu toprağın insanlığa armağanlarından biri, büyük destan anlatıcısı. Yaşar Kemal, tanrıların, yarı tanrıların öykülerini anlatmadı. Aksine, her yerde gördüğümüz alelade insanların hayatlarını destanlaştırdı. Kahramanlarını insanüstü güçleri olanlardan seçmedi; yerine, hepimize içimizde bir kahraman taşıdığımızı, her hayatın bir destan olabileceğini öğretti. Toprağı, ağacı, denizi ama en çok da insanı yazdı. Ve çocukları da yazdı elbet.
Çünkü o evrenseldi, hepimizindi. Birine ya da bir topluma ait değildi, hiç olmadı. O hep kanat çırptı. Hep özgürlüğe uçtu.
Ant dergisinin ve Ant Yayınları’nın Türk siyaset ve edebiyat hayatındaki etkisini ayrıntısıyla işlemiş. Ant yılları, Yaşar Kemal’in yaşamındaki önemli bir döneme ışık tutuyor.
“Benim gözümde yazarın cinsiyeti, ırkı yoktur. Tanrısı ise “söz”dür, “dil”dir. Yaşar Kemal o soy bir yazardı. Okuyun Marquez’i, Faulkner’ı, Fuentes’i; onlarda gördüklerinizden aşağı kalır bir yanı yoktur anlatılarının, dünyayı bakışının, vicdan duygusunun…” diyor Azra Erhat.
Yaşar Kemal Türkçedir, Anadoludur…
Yaşar Kemal yazınını farklı kılan taraflardan biri de yurt gerçeğine bakışı, ele alıp işlediği sorunlardır.
Yazında kendi anlatım biçimini kurup geliştiren, bir bakıma da “yerli roman” tezini evrensel ölçüde dilsel bakışla kuran Yaşar Kemal düşsel gerçekçi bir anlatıcı olarak da adını/anlatısını dünya dillerine taşımıştır.
Anadolu’nun kültür mirası denince akla destanlar gelir. Bitmek tükenmek bilmeyen destanlar… Bu bereketli toprakların içinde saklı kalan hikâyeler, Homeros’tan bu yana pek çok ozan tarafından anlatıldılar. Bazen bir destan gibi okundu, bazen bir türkü gibi söylediler. Ve bu toprağın hikâyesini en güzel söyleyenlerden biri de Yaşar Kemal oldu. Kadirli’nin bir Türkmen köyü olan Hemite’de dünyaya gelerek, Anadolu’nun gelmiş geçmiş en büyük destan anlatıcısı oldu Yaşar Kemal. Bizlere gözlerimizle görmediğimiz hiçbir şeyden bahsetmedi, olağanüstü varlıklardan söz etmedi, bilakis her yerde gördüğümüz alelade insanların hayatlarını anlattı kendi dilinde… O anlattıkça, onlar destanlaştı…
Kahramanlarını insanüstü güçleri olanlardan seçmedi; yerine, hepimize içimizde bir kahraman taşıdığımızı gösteren kahramanları oldu. Ve her hayatın bir destan olabileceğini de anlattı. Daima yazdı… En çok da yürüyerek yazdı. Her adımında bir cümle daha kurdu zihninde. Torosları, Çukurova’yı, toprağı, ağacı, denizi, kuşları, ama en çok da insanı yazdı. Ve elbette çocukları…
Zor bir çocukluk yaşamıştı Yaşar Kemal. Belki de ondandı çocuklara bu kadar düşkün olması. Dayısının kurban derisi yüzerken elinden kayan bıçak sonucu sağ gözünü kaybettiğinde, henüz üç yaşındaydı. Beş yaşında daha büyük bir kayıpla karşılaştı. Gözleri önünde, üstelik caminin orta yerinde, kalbinden bıçaklanarak öldürüldü babası. Bıçağı tutan hiç de yabancı değildi üstelik, Van’dan göç ettikleri sırada yolda yaralı şekilde bulup yanlarına aldıkları, evlat bildikleri Yusuf’tu. Yaşar Kemal’in üvey abisi Yusuf…
Babasının ölümüyle kimsesiz kalmadı kalmasına, ama hayatı hep meşakkatli geçti. Okula devam edemedi, geçinmek için işten işe koşturmak zorunda kaldı. ‘Çocuklar İnsandır’ kitabında yer verdiği kahramanı Muhterem Yoğuntaş gibiydi, her şeye rağmen var oldu. Üstelik olmaması için tüm şartlar yeterince elverişliyken, dev bir yazar oldu. Tıpkı Çukurova sıcağında çatlayan bir kayanın, incecik aralığından dünyaya açılan sonsuz bir ağaç gibi…
“Ben çocukları çok severim. Onları anlamaya çalışırım sevmekten daha çok.”, der ‘Çocuklar İnsandır’ kitabının başında Yaşar Kemal. Anlamaya çalışırken de tıpkı onlar gibi içtendir, sahicidir, rol yapmak yoktur tabiatında. Zaten onun kitaplarını okuyanlar bilirler bu sahiciliği. Kendi çocuk tarafını da inkâr etmez hiçbir zaman. Çocuklarla çocuk olur, gökyüzünde uçurtmalar uçurur. Çocuklar da korkmaz kendileri gibi olan bu koca yürekli adamdan, “Kaç Yaşar amca, karanlık kavuşuyor!” derler.
Sadece bir yazar değildi Yaşar Kemal, bir toplumun vicdanı oluvermişti. “İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.”, dedi, nerede bir adaletsizlik görse mücadele etti. Nerede bir mazlum görse kol kanat gerdi, nerede bir yetim görse acısını acısına kattı. Söylenmeden dinledi, anlatılmadı anladı. Barıştan yana oldu cümleleri hep. Kalemini kimse için yolundan çevirmedi, ilk şiirini yazdığı günden, son kitabını yazdığı güne kadar bu böyle devam etti. Eğilmedi, bükülmedi, başkaları tarafından şekillendirilmedi. Koca Çukurova’yı taşıdı gönlünde. Hemite’de de, Adana’da da, İstanbul’da da, Paris’te de…
‘İnce Memed’le içimizdeki kahramanı uyandırdı, ‘Dağın Öteki Yüzü’ ile kuruyan umutlarımızı yeşertti. ‘Çocuklar İnsandır’la kimsesiz çocuklara dokundu, ‘Fırat Suyu Kan Akıyor’la bir toplumun acısını duyurdu. ‘Teneke’ ile mücadeleyi öğretti, ‘Yılanı Öldürseler’ ile toplumsal cinneti serdi gözlerimizin önüne. Her kitabından geriye bir duygu bıraktı bizlere. Ve bir de vasiyet gibi sözler kaldı kendinden geriye:
Epope’yi yadsıyan çağdaş romancı, Anadolu’nun Homeros’u ve Türk yazınının dehası; geceleri gökyüzüne baktığımda bir yıldızın göz kırpışında görüyorum seni… Biliyorum sen bitmeyen bir yolculuksun. Mezopotamya’nın bize ne güzel mirasısın… Senin deyiminle “dünya denen binbir çiçekli bahçe”nin kuşlar gibi özgürce güçlenerek yaşamasıdır dileğin, bilirim.
Seni hep saygıyla anacağız… İyi ki vardın. Olmayan ölüme inat, yeniden merhaba…
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.