Site Rengi

DOLAR 32,5093
EURO 34,9403
ALTIN 2.433,27
BIST 9.781,31
Ayvalık Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Balıkesir 24°C
Az Bulutlu
Balıkesir
24°C
Az Bulutlu
Cum 22°C
Cts 18°C
Paz 20°C
Pts 20°C
Reklam
Reklam

RÜZGÂR SAÇLI ŞAİR: HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

26.02.2021
546
A+
A-

 

“Nesini anlatayım ben özgürlüğün/Gün olur, zincire vurulmaktır özgürlük/Gün olur, göğsünü gere gere ıslık çalmaktır caddede”
“Demek bu musluklar hep bu ellerde /Bu düzen bu dünya bu gidiş/Sen hep böyle mutlu kişi örnek vatandaş /giden ağam gelen paşam, öyle mi? /Bin yaşasın seni sokmayan yılan/Sen mi kaldın düzeltecek, öyle mi? /Haksızlığa uğramadın taşlanmadın ha?/Ne Şam’ın şekeri, ha/Ne Arap’ın yüzü, ha? Yaşadın da bunca yıl şu bataklıkta/Gül sandın bu kokuyu öyle mi? Hadi be hırbo sen de/Adam mısın sen de be!”

“Bak ben su taşıyorum ince elekle İğne deliğinden dünyayı geçiriyorum”
Türk edebiyatının büyük isimlerinden şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’i 26 Şubat 1984’te kaybetmemizin üzerinden 33 yıl geçti. Türk toplumcu şiirinde Nâzım Hikmet’ten sonra belki de en çok anılan isimdir Hasan Hüseyin. Sadece sanatıyla değil, ömrü boyunca Türk emekçisinden, ezilen ulusların antiemperyalist mücadelesinden yana aldığı tavizsiz tavırla da büyüktür Hasan Hüseyin. Bu tavrı şiirlerine de, siyasi yaşamına da yansır ve onu hayatın her alanında emperyalizme, kompradorlara, sömürü düzenine karşı mücadele eden bir insan yapar. Ezilenlerin arasından çıkmış biridir o ve her zaman onların mücadelesinin yanında kalır. En çok hatırlamamız gereken de budur Hasan Hüseyin hakkında.
1927’de Sivas’ın Gürün ilçesinde doğmuştu. Babası bir demiryolu işçisiydi. Yoksulluğu, Türk emekçisinin dünyasını, sömürüyü kendi hayatından öğrendi. Ortaokulu ancak parasız yatılı sınavını kazanarak okuyabildi. Daha sonra Adana Erkek Lisesi’ni ve genç bir öğretmen olarak mezun olacağı Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Öğretmenlik yapmaya Maraş’ın Göksun ilçesinde başlamıştı. Bundan kısa bir süre sonra, 1951’de Türk Ceza Yasası’nın 142. maddesinden yargılandı. Aldığı üç yıllık cezayla beraber öğretmenlikten de uzaklaştırıldı ve yaşamını dilekçecilik, tarım işçiliği, tabelacılık gibi işlerle kazandı.
Ankara’ya 1960’ta geldi. Akis dergisinde çalışmaya başladı. Daha sonraki yıllarda da Forum ve Toplum dergilerini yönetti. Hasan Hüseyin, dönemin Atatürkçü, sosyalist dergileri ‘Yön’ ve ‘Sosyal Adalet’te de

Reklam
de yazılar yazdı. İlerici aydınlar arasında kendini göstermeye başlayan Hasan Hüseyin’in ilk şiir kitabı “Kavel” 1963’te yayınlandı. Bunu, 1965’te “Temmuz Bildirisi” ve 1966’da “Kızılırmak” izledi.
Korkmazgil’in 6 aylık öğretmenliğinde öğrencisi olma onurunu taşıyan Yaşar Kaynak, şu an Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Hasan Hüseyin’i şöyle anlatıyor:
“Derslerimizde şiir okuyuşunu hiç unutmuyorum. Şiir okurken kelimenin tam anlamıyla kendinden geçerdi diyebilirim. İlerde yakından tanıdığım, şiirlerini okuduğum Hasan Hüseyin’in; o yıllarda yazılar, şiirler yazıp yazmadığını bilmiyorduk. Şair olduğuna dair bir bilgimiz yoktu. Ancak o yıllarda da yazdığını sanıyorum. Ders kitaplarındaki şiirlerin yanı sıra sınıfa başka kitaplar da getirir; bizlere okurdu. Biz de onun okuyuşuna özenir, onun gibi okumaya çalışırdık. Şiir sevgisini ondan almışım diyebilirim.6 aylık öğretmenliğinde onu çok sevmiştik. Örnek bir insandı. Onun bir öğretmen olarak bizlere fazlasıyla verdiğinin ”sevgi” olduğunu söyleyebilirim. O yıllar çocukluk yıllarımız… Herkesin bir ideali vardır. Biz onu önder bir tip olarak görüyorduk. Konuşmasıyla, söyleşisiyle… Hasan Hüseyin bizlerle çok kısa bir zaman kalmasına rağmen, üzerimizde derin izler bırakmış bir öğretmendi. Şiir okuma, şiir yazma yönünden, olaylara bakış açısından etkiler bırakmıştı. Orada üç yıl kalsaydı; çok işler başarır, çok şeyler öğretirdi bizlere. Bizlere olduğu kadar çevreye de sonsuz katkıları olurdu. Bırakmadılar… O, kişiliğiyle insanı sanata yöneltecek bir öğretmendi. O günün şartlarında ona komünist dediler. Elbistan Cezaevi’ne götürdüklerini öğrendik. Hayli üzülmüştük gidişinden. Bizlerin üzülmesine karşılık, komünist olduğunu ifade edip, bu duruma sevinenler de oldu. Bunu biraz da o günkü koşullara göre değerlendirmek gerekiyor. Olay, büyük sansasyon yarattı… O günler herkes bu olayı konuştu. ”Hasan Hüseyin adlı Türkçe öğretmeni komünistmiş meğer tutuklamışlar onu. Çocuklarımızı zehirleyecekti. Gitmiş çok şükür” diyenler oldu. Onun gidişiyle, yerine bir vekil öğretmen verdiler. Oysa ona çok alışmıştık. Çok aradık onu. Bir kere o yıllarda, çok güzel giyinen bir kişiydi, genç bir öğretmendi. Elbisesinin ütüsüne dikkat ederdi. Belirttiğim gibi simsiyah, gür saçları vardı. Bende bıraktığı en etkili tarafı gülüşüydü. Gülüşünü sevdiğimi söyleyebilirim. Çok güzel gülen bir insandı. Öyle güzel gülen bir insan daha anımsamıyorum.
Tarih 1979.’77 ve ‘78’in baharında geziniyor hayat. “Sokakta tank paleti, sokakta düdük sesi” hiç eksik değil. Faşizmin ayak sesleri geliyor uzaklardan rap, rap, rap. Alınlarında güneş, yüreklerinde bin sevda, kavganın şiiri gibi. Ateş sarmış her yanlarını. Ölüm haberlerinin olmadığı tek gün yok. Ankara Maltepe’deki Derya Sineması’nın faşistlerce bombalandığı gün Hasan Hüseyin’in yazdığı ‘HIZARCI’ oyununu prova ediliyor. Kendisi de orada. Oyun için yazdığı sözcükler bombacıları yanıtlıyor sanki.
“a benim ayakaltım,
a benim kerpiç damım,
geri kalmış kuzum benim, eşkıyam”
Polisin yakasını toplayan kocaman iki el, avazı çıktığınca bağırıyor:
“Tiyatromuzu bombaladınız ulannn!”
Himalayalar’ın tepesine tırmanmak güç/Ama mümkün /Okyanusu aşmak da güç /Ama mümkün /Ay’a ulaşmak da öyle/Ama mümkün değil işte /Bülbülün eti için öldürüldüğü bir ülkede /Sanatı zincire vuranlara/Meram anlatmak
Hasan Hüseyin Korkmazgil, bir ülkenin akla gelen her alanda bağımsız olması gerektiğini, eğer sadece bir konuda bile başkasına bağımlıysa, gerçek bağımsızlığını yitireceğini birçok şiirinde ustaca vurgulamıştır. Ülkemizde 1960’lı yılların ortasından sonra hızla gelişen ABD emperyalizmine başkaldırış, edebiyatta, roman, öykü, şiir alanında birçok ürünün ortaya çıkmasına neden olmuştur.
“Ben ki yalın ayak bastım kızgın dişlerine açlığın
İri bir çizme gibi Balkanlar’a basarken faşizm”
Fakir Baykurt’un “Amerikan Sargısı” romanının yayınlandığı 1967 yılından bir yıl önce Hasan Hüseyin bir şiirinde şöyle diyordu:
“Bir gün çıkıp geldiler/Anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini/Tüketim artıklarını, çikletlerini, çikolatalarını getirip bıraktılar/Genç kızlarının düşlerini getirip bıraktılar/Bayraklarını, bayrak yırtmalarını/Anamıza, bacımıza, çocuğumuza, en önem verdiğimiz şeylerimize sövmelerini getirip bıraktılar/Sonra güzel güzel anlaşmaları/Sonra güzel güzel paylaşmaları/Sonra güzel güzel savaş uçaklarını/Radarları, rampaları, atom bombaları/Her gün yeniden getirip bıraktılar/ve sonra çekilip gitmediler gemilerine/ve artık o kadar çok şey getirdiler ki/bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde!”
60’ların ikinci yarısı Türkiye’de Atatürkçü, antiemperyalist, devrimci uyanışın yıllarıdır. Ezilen dünyanın tüm kesimlerinde de sömürgeciliğe karşı mücadele yükselmektedir. Bu uyanış Hasan Hüseyin’in dizelerinde kendini gösterir. “Kızılırmak”, Türk emekçisinin, mazlum milletlerin şiiridir:
“Çalışkanız/Filozofuz/Dostuz/Bütün sömürülenler gibi ezik/Bütün uyananlar gibi kızgın ve doluyuz/Seslenir yüzyıllar ötesinden Pir Sultan Abdalımız/’Üstü kan köpüklü meşe seliyiz’diye konuşur Türk halkı Kızılırmak’ın dizelerinden/Petrol ve çelik krallarının gölgesinde bir İstanbul akşamı/Bizans ve kirli/Türk ve yoksul.”
Böyle tanımlamıştır Hasan Hüseyin yaşanan sömürüyü, ezilmişliği.
Tüm mazlum milletlere ışık tutmuş bir ülkenin, bugün hangi düzenin, hangi hainlerin pençesinde olduğunu da anlatır Hasan Hüseyin. 1976’da yayınlanan “Koçero- Vatan Şiiri” bu komprador düzeni, sömürüsüyle, Batıcı ihanetiyle, demokrasi masalıyla mahkûm ettiği yapıtıdır.
“Paralar girsin diyedir kalantor kasalara/Toprak sömürülsün diyedir Ortaçağlarda/Işıksız kalsın diyedir bir koca ülke/Karanlıkta boğazlaşsın diyedir güzel yüzlü insanlar/Fabrikalar işçi yesin, para kussun diyedir/Kıyılar yağmalansın, ormanlar çiftlikleşsin/Bankalar yağ bağlasın, tekeller et bağlasın/Holdingler palazlansın, ortaklıklar göbeklensin/Bu rüzgâr böyle essin/Bu değirmen böyle dönsün/Bu çuvallar böyle dolsun diyedir/Koçero’nun dağlarda medetsiz yalnızlığı/Gocunmayın güzel beyler, hanımlar/Alınıp incinmeyin/Yeni değil bu hikâye, bu oyun eski oyun!/Bir sürekli açlıktır /Bir sürekli haksızlıktır Koçero /Bir sürekli itilmişlik/Koçero bir vazgeçiştir/Koçero bir ilgisizlik /Yorgun bir dilekçedir /Bir arzuhâl Koçero /Bir Tanrı selamıdır alınıp verilmemiş/Görülmemiş bir hacettir Koçero /Çiğnenilip geçilmiş /Ve sorulmamış /Upuzun bir eyvahtır /Upuzun bir pişmanlık /Bir ünlemdir Koçero Sığmaz okul kitaplarına”
“Sen hiç vatansamaz mısın varsamaz mısın/sen hiç onursamaz mısın çoksamaz mısın /sen hiç utanmaz mısın arlanmaz mısın /hele bir döndür başını da şu gidişe bak /hele bir döndür başını da şu düzene bak /hele bir döndür başını da şu haline bak /bak işte görüyor musun diyemiyorum /dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum”
Bir yandan, kurmakta olduğu şiir, yıllar içinde kendiliğinden, daha çok da içeriği gereği, bir destana doğru evriliyordu; öte yandan: ‘…vurun çekici kayaya; ama, neyi ortaya çıkartmak istediğinizin bilincinde olun! Çünkü şiir, bilincin çocuğudur, usun çocuğudur; rastlantının değil! Aragon’lar Eluard’lar… şiirin dibini karıştırmak istemişler de, karşılarına ‘işçilik’ çıkmış. Ne demektir işçilik? Bilgisiz, birikimsiz, deneyimsiz bilinçsiz işçilik olmaz! Do demekle do olmuyor; keremce ah çekebilmek için Kerem gibi yanmak gerekiyor! Kumsaldan su çıkartmak, denizi görmeyenler için bir büyü’dür ancak!..’ sözleriyle somutladığı, çok ünlemli vurgularla anlatmaya çalıştığı gibi, sanatta ‘emek’i, bu demek şiir işçiliğini, önündeki malzemeden üstün tutuyordu. Kimi zaman, tek bir sözcüğü yerli yerine oturtmak için, koca bir kümeyi gözden çıkardığı, ya da bölümlere bir dağ, bir köy göçürürcesine yer değiştirttiği oluyordu… Şiirin yapılanışı, öyle önemliydi ki Hasan Hüseyin için; bu yolda hatır gönül tanımazdı!”
Hasan Hüseyin Korkmazgil , şiirlerini halk kültürü unsurları ile yoğurmuştur. 20. yüzyılda eser veren bir yeni dönem Türk şairinin eserlerinde yoğun biçimde yer alan halk kültürü unsurları, Hasan Hüseyin’in Anadolu’nun bağrından kopup gelen bir şair olduğunun apaçık bir göstergesidir.
Asım Bezirci’ye yazdığı bir mektupta; “…zengin bir doğanın kucağında, yoksul bir sosyal çevrede, renkli bir çocukluk geçirdim. Bütün oyuncaklarımı kendim yaptım. Çok masal, çok türkü dinledim…” ifadelerini kullanan Korkmazgil’in edebî kimliğinin oluşmasında, çocukluk yaşantılarının ve bu dönemdeki izlenimlerinin etkili olduğu görülmektedir. Ahmet Keskin’in makalesinden hareketle Korkmazgil, halk ve divan şiirinden büyük etkiler taşıyan şiirinin emekleme döneminden sonra kendi özgün üslubunu oluşturduğu şiir anlayışını, “özgür koşuk” terimiyle adlandırmıştır. Hasan Hüseyin’in şiir sanatında, kitap ve şiirlerinin isimlendirilmesinden (Kızılırmak,Masal Kokusu vb.) içeriklerinin kurgulamasına, vurgusundan üslubuna, ses bilgisindenkullanılan edebî sanatlara ve yapılan telmihlere kadar pek çok alanda dikkati çeken bir “halk kültürü kaynak kullanımı” söz konusudur. Özellikle Ağlasun Ayşafağı’nda Anadolu ve Anadolu insanı, çoğu zaman, adeta birer “destan kahramanı” gibi sunulmaktadır. Bu eserin yedinci bölümünde, destansı bir üslup ve masalsı bir anlatımın kullanıldığı da dikkati çekmektedir. Ayrıca, bu bölümün ilk sekiz sayfasında şair herhangi bir mısra düzenine başvurmadığı, şiirini düzyazı şeklinde sıralanmış serbest manzumeyle ördüğü görülmektedir. Aynı bölümün son yedi sayfasında ise şair, mısra düzenini kullanmıştır. Bilim adamları tarafından, Türk Halk Edebiyatı’nda destandan halk hikâyesine geçişin ilk ürünlerinden biri olarak kabul gören Dede Korkut’un nazım-nesir karışık bir yapıda olması, Korkmazgil’in bu bölümü oluştururken Dede Korkut’un kurgusal özellikleri ve üslubu  başta olmak üzere, yapısal özelliklerinden ciddi anlamda etkilenmiş olduğunu düşündürmektedir. Yine, Ağlasun Ayşafağı’nın on ikinci bölümünde, şairin Eski Anadolu Türkçesi ile ve bir tarihçi üslubuyla; “persler gelüp gidüp mogollar gelüp gidüp/semerkantlı topal timur sivas’ı yağmalatup/beylikler isyan edüp saltanat parçalanup…” şeklindeki bir bölüme yer verdiği görülmektedir. Şair; “Ey benim destan yalnızlığım” diyerek de yalnızlığının boyut ve derinliğini, en uzun halk edebiyatı anlatı türü olan destana benzeterek anlatmaya çalışmaktadır. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirlerinde, Türk halk şiirinin tür ve şekil özelliklerinden sıkça yararlandığı, ayrıca bu şiirlerde Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Köroğlu, Ruhsatî, Serdarî, Âşık Veysel gibi halk şairlerinin isimlerinin ya da şiirlerinden parçaların kendilerine yer bulduğu görülmektedir. Âşıklık geleneğinin tarihî ve çağdaş bakımdan en önemli merkezlerinden birisi olan Sivas iline bağlı Gürün ilçesinde doğup büyüyen Korkmazgil’in şiirlerinde Anonim Halk Şiiri ve Âşık Tarzı Halk Şiiri’nin pek çok unsuruna, şekil-tür ve içerik boyutlarıyla rastlamak mümkündür.
Şair, ‘Işıklarla Oynamayın’ kitabının birinci bölümüne “arı inler bal içinde” adını vererek de Pir Sultan Abdal’ın bir tevhidinden alıntı yapmıştır. Yine; “kalsın benim davam/divana kalsın” dizeleri ile Pir Sultan Abdal’a gönderme yapmıştır. Şair ayrıca, Pir Sultan Abdal’ın bir dizesini “Acıyı Bal Eyledik” kitabına ad yapmıştır. Korkmazgil şiirlerinde birkaç örnek dışında kaygı kelimesini karşılar biçimde hep “kaygu” kelimesini, toplamda 33 defa kullanmıştır. Burada Hasan Hüseyin’in Kaygusuz Abdal’dan etkilenerek bu kelimeyi türettiği aşikârdır.
Yine Hakan Özdemir’in makalesinden hareketle, Aristoteles’in ünlü Poetica’sında yeni türetilmiş, uzatılmış, kısaltılmış ya da değiştirilmiş sözcüklere değindiği bilinmektedir. Bugün de bu kavramın “sapma” adı altında kaynaklarda işlendiği sözcüksel, biçim bilimsel, anlam bilimsel, sessel yani bölge ağızlarına özgü kullanımlar şeklinde sapmalara Hasan Hüseyin’in şiirlerinde de sıkça rastlanır.
Hasan Hüseyin’in, “toprakları denizleri insanları ingilizlemek” dizesinde “ingilizlemek” şeklinde ortaya çıkan kullanımda sözcüğe olumsuz bir anlam yüklendiği şairin emperyalizm karşısındaki tutumundan hareketle söylenebilir. Yazı dilinde var olmayan bu kullanım, şairin ilgi çeken bir buluşu olarak kaydedilebilir.
Kafiyeye ve ölçüye önem vermeyen şairin şiirlerinde aliterasyon denilen ses tekrarlarının, ön yineleme denilen anaphora ve art yineleme denilen epiphoranın şairin şiirlerinde önemli bir yere sahip olduğu ve önemli bir yapı unsuru olarak öncelikli olarak ele alınması gerektiği söylenebilir. Anaphora ve epiphoranın her ikisine şairin şu dizelerinde birlikte rastlanılması ilgi çekicidir:
“ve bir somun ekmek kaldırımlarda/ve bir garip hamal kaldırımlarda/ve bir vatanölüsü kaldırımlarda”
Kutsal kitapların ve’li cümle kuruluşlarını anımsatan bu yapı şairin ilgi çeken anlatımları arasında yerini almıştır. Bu tarzın Türk şiirinde Nâzım Hikmet tarafından da çokça kullanıldığını söylemek gerekir. Korkmazgil’in şiirinde de okuyucunun karşısına çıkan bu usta işi kullanımlar, onun bu görevin üstesinden ustalıkla geldiğinin bir göstergesidir. Hem halk kültürü hem aldığı eğitim hem de beslendiği kültür ortamı bu dil kullanımlarını zenginleştirmiştir.
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiiri gibi aşkı da asidir, sol yanında büyük devrim yapmıştır. Büyük Türk şairi Nâzım Hikmet’in ölümüyle yolları kesişen iki insanın aşk hikâyesini anlatıyordu Soner Yalçın.
O yıllarda bir edebiyat öğretmeninin solcu bir şaire âşık olması, öyle sıradan bir şey değildi. İnsanın aşkının arkasında dimdik durması ise, pek çok kişiyi öfkeye boğmaya yetiyordu. Hasan Hüseyin’i, “yolumun üstüne çıkmış en güzel rastlantı” olarak tanımlayan Azime Korkmazgil, usta şairi ilk kez Dost Dergisi’nde 1959 Şubat’ında yayınlanan ‘Ağustos’ şiiriyle keşfettiğini söylüyor. Ancak ilk iletişim kurmaları 1963 yılında Uşak’ta öğretmenlik yaptığı günlere rastlar. Hasan Hüseyin’in yıllar sonra yayınlanan kitabına adını veren “Haziranda Ölmek Zor” şiirinin yazılmasına neden olan Nazım Hikmet’in yaşama gözlerini yumduğu gün önemli bir karar verir ve bu karar yaşamının dönüm noktası olur.
Tarih 3 Haziran 1963.Yer Uşak. Akşam saatleri… 30 yaşındaki Azime Karabulut, Uşak Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydi. Evliydi. Eşi Hulusi, ilköğretim müfettişiydi; bir aydır evinden uzaktı; Eşme’deki okulları denetliyordu.İki çocukları vardı; oğulları dört yaşındaki Ufuk ve kızları iki yaşındaki Barış.Çocukların karnını doyurup uyuttuktan sonra bahçeye çıktı Azime.Saatler gece yarısını gösteriyordu. Hálá uykusu yoktu. Evin salonundaki radyoyu açtı, sürekli kanalları değiştirdi.
Birden…Kanallardan birinde bir haber: Büyük Türk şairi Názım Hikmet öldü.Donup kaldı. Kendine gelince bahçeye zor attı kendini. Çocukluğundan beri şiirlerini her yerde arayıp okuduğu büyük şair ölmüştü işte.Sessizce ağlamaya başladı. Öksüz kaldığını hissetti. O anda aklına, son dönemlerde sık sık okuduğu, korkusuzluğunu Názım Hikmet’e benzettiği bir şairin adı geldi: Hasan Hüseyin.Kararını verdi, Ankara’ya gidecekti; Hasan Hüseyin’i görecekti. Hiç tanımadığı, yüzünü görmediği, kim olduğunu bilmediği bir şairin elini tutacak, ona yalnız olmadığını söyleyecekti. Barış’ı omzuna aldı, Ufuk’un elinden tutup tren istasyonunun yolunu tuttu. Kanatlanmış gibiydi. 5 Haziran sabahı Ankara’daydı. Ankara kocaman bir kent. Hasan Hüseyin’i nasıl bulacak? Parti binasından içeri girerken heyecanlıydı, saçlarının dibi, burnunu ucu terliyordu.Barış kucağında, Ufuk yanındaydı. Partililer bu manzara karşısında şaşırdı. Şairin nerede olduğunu bilemediklerini söylediler. Tam çıkacakken, adını sonradan öğreneceği şairin yakın arkadaşı Kemal Çiftler ile karşılaşması hayatının yönünü değiştirecekti.Hasan Hüseyin iki hafta önce Ankara’dan gitmişti. Ne zaman geleceği belli değildi. Azime, tren istasyonunun yolunu tuttu, Uşak’a döndü.
Ve mektup, “Benim Azimem!” diye başlıyordu.
“Seni sevdim, seviyorum. Seni anlayarak seviyorum. Bunu bugün söylüyorum sanma. Ben sevmem böylesi laflar etmeyi. Hele, hiç sevmem mektup yazmayı. Seni seviyorum diyorum, anlıyorsun değil mi? Bu benim için zor bir itiraf… Sen biraz yarınımsın benim. Biraz değil yarınımsın Azime. Sana Azimem diyorum anlasana! Seni anlayarak seviyorum Azime. Düşün ki yüzünü görmedim daha. Kimseden de sormadım seni. Seni kendi sözlerinle tanıyorum, bir de yolladığın resimden…
Geç mi kaldık? Yoo… Bu da bizim gerçeğimiz.”
Haziran şarap olmuş, kanlarına akmıştı.  11 Haziran’da Altındağ Evlendirme Memurluğu’nda evlendiler. Törende sadece beş arkadaşları vardı. Azime çocuklarını alıp Ankara’ya yerleşti. Bir yıl sonra oğulları Temmuz doğdu.
Direncin umuda, umudun geleceğe taşındığı gerçek bir aşkın; parça ve bütün arasında somutlanışı gibi. Toplumsal olandan soyutlanmadan, içinde yaşanılan coğrafyayı insanıyla, tarihiyle bütünleyerek kendi varlıklarını ve yaşadıkları zamanı sorgulayarak özümseyen iki insanın anıtsal duruşu…
“Biliyorum/matarada su /torbada ekmek /ve kemerde kurşun değil şiir /ama yine de /matarasında suyu /torbasında ekmeği /ve kemerinde kurşunu kalmamışları /ayakta tutabilir”
Canına okumuşlar ekmeğimizin/zincire yatırmışlar delikanlı günlerimizi/kan etmişler ellerimizi düşlerimizi/canım gülüm kan/gayri bize ölüm yok
kavgayı
şiiri
ve seni çok seviyorum.
Onca zaman sonra bu gün, kaç şair gezinir tiyatrolarda, kaç sözcük yazılır kavga için, kaç türkü söylenir sevda için, kaç öykü yazılır emek için, kaç ırmak akar içimizden Kızılırmak gibi, hep düşünür oldum.
Biz onunduk. Onun kolu, kanadı, yüreği, sevdası, kavgasıydık.
Şubatın bulanık bir çay gibi Mart’a aktığı günlerde kaybettik O’nu
ÖLDÜK, MERMER DE ÖLÜR EY ŞARKILAR ALIN BİZİ…
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.